Bir sabah annem mutfakta kahvaltı hazırlarken, bizde abim ve ablamla atçılık oynuyorduk..
Henüz okul çağına gelmemiş minyon bir çocuktum. Abim ve ablamın ortasında koşuyordum, su dökülmüştü, muhtemelen biz dökmüştük, önümde ya abim ya da ablam vardı onlar basmışlardı, şunu çok net hatırlıyorum; onlar bastı bende basabilirim diye düşünmüştüm…
Bastıktan sonrasını hatırlamıyorum..
O zamanlar odaların kapı eşiklerinde yerde betondan adı neyse bilmiyorum, şu anda banyolara konan mermerin suyu engellemesi için, ancak o zaman odalara ne için konduğunu bilmediğim o yükseltinin üstünden atlayıp suya basmıştım…
Suya basınca ayağım öne doğru kayıp, kafam beton yükseltiye vuruyor..
İşte hikayem orda başlıyor.. Kafam çatlıyor, bazen şakasına söylesem de tesadüf değil benim kafa çatlaklığım
Bu düşmeden sonra ki ilk banyomda annemin kafama su dökmesiyle, burnumdan hiç durmayan kanlar fışkırmıştı..
Öyle ki yıkandığım leğen banyo suyumla beraber kıpkırmızı olmuştu..
Ondan sonra hastane köşeleri, servis yatakları, yoğun bakımın soğuk duvarları, bitmeyen ilaçlar, çocukluğumun karanlık dehlizlerinde; çok fazla koşamayan, ip atlasa bayılan, olup olmadık nöbetler geçiren hasta bir çocukluk bıraktı..
O ilaçlardan kurtulmak için yutmazdım, yutamazdım, yatakların arasına sokup saklardım.. Bitmezdi tekrar tekrar alınırdı..
Bu durum orta sınıf sonlarında tamamen bitti; ilaçsız, bayılmadan, banyo yaparken elimle kafamı – tam bıngıldak kısmını – kapatmadan..
Bu rahatsızlığa inat çok aktif bir çocuktum, koşmadığım, atlayamadığım yıllarımı her klüpte her etkinlikte var olarak geçirdim..
Bir yetişkin olduğumda, ilaç kullanamayan, hastaneye gidemeyen biri olmuştum..
Asıl imtihanım anne olunca başlayacaktı, istemsiz bir şekilde çocuğuma ilaç vermeyerek, hastaneye götürmeyerek…
Sonra okumak, okumak daha çok okumak..
Çocukluk hastalığımın adı yoktu, sara nöbeti falanda değildi, muhtemelen travma sonucu bişeydi. Sonuçta kafatasım çatlamıştı. Artık bunun getirdiği sonuçlara göre ilaçlar alacaktım, o yıllarda yüklenen ilaçlar daha sonra böbreklerde hasar bırakacaktı..
Yan etkilerini dibine kadar yaşadığım bu sentetik ilaçları çocuğuma vermemek için çıktığım tabiat ansiklopedisinden bin bir türlü mucize ile karşılaştım..
Ve bunların neden, nasıl sonuçlarına takılınca kendimi kimyasalsız buldum..
Doğada hepimize yetecek kadar kaynak var, yeter ki biz ona saygı gösterip israf etmeyelim..
Ve bu kendimizin sandığımız bedenin, her hücresini boğmaya, öldürmeye hakkımızın olmadığını bilelim..
Ne kadar kimyasalsız olabilirsin? Ne kadar bundan korunabilirsin?
Ne kadar kimyasalsız olursam o kadar. Ne kadar doğal bulursam o kadar. Doğaya ne kadar hizmet edebilirsem o kadar. Bir gün uyanacağımız güne, tüm benliğimle inanıp doğru yaşarsam o kadar…
Sevgiler Nihal..